Anne, şehirden gelen birine “Van’ın nerede olduğunu sormuş.
Şehirden gelen adam, “Taaaa şooo dağ var ya, işte onun arkasında” demiş.
Anne, “Aman guzuuum oralara nasıl vardın, uzak olduğunu senin mektubunun iki ayda geldiğinden anlamıştım” demiş.
Hiçbir konuda kendimize kendimiz sınır çizmeyelim.
Başkalarının çizdiği sınırlara da sığmamaya dikkat edelim.
Yedi kat sema’dan daha geniş “Alem-i Ervah” tan geldik.
Biz, bu dünyaya sığmayız.
Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar gibiyiz hepimiz.
Sekiz milyar insanın her birinin kendi yörüngesi vardır.
Başkasının yörüngesine girmediğimiz gibi, başkalarının da bizim yörüngemize girmesine izin vermeme nezaketini gösterelim.
Geçmişteki şu andaki ve de gelecekteki savaşların sebebi, kişiliksiz kişilerin, hırsları, tatminsizlikleri, herkesi kendi seviyesizliğine indirme çalışmalarından kaynaklanmıştır.
Siyasilerin ve de yazar-çizerlerin “İki kutuplu dünya” deyimi dediklerimi özetleyen bir ifadedir.
Son yüz yıl insanları, bu iki blok arasında öldürüldü, işkenceler gördü.
Dünyamız sekiz milyar kutuplu olduğu, herkes kendi kutbunda dönerken bir de yaratıcının sınırlarına dikkat ettiği gün kavgadan kurtulur.
Dünyamız, kendi yörüngesinde dönerken, kendi kümesiyle beraber güneş etrafında da dönmeye dünya yaratıldığı günden beri döndüğü halde hiçbir şikayet olmuyor.
Herkes, kendi yörüngesinde dönerken yalnız yaratanın koyduğu sınırlara dikkat eder ve örnek olarak da sevgili peygamberimizi alırsa kişi hem kendisiyle barışık olur, hem de çevresiyle barışık olur.
Bazıları, Rabbin sınırlarını belirleyen kitabı Kur’an-i Kerimi manasıyla beraber okumadığından insanların hayatını daraltacağını zannederler.
Halbuki İslam’ın insana sunduğu yörüngenin sınırları gökyüzündeki Samanyolu yıldız kümesinin sınırlarından geniştir.
İslam’ın çizdiği sınırların sonu, yedi kat semayı aşar ve Cennet veya Cehenneme kadar varır.
Bu ikisine gidiş konusunda da iradeyi bize vermiş ve serbest bırakmış:
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا
“De ki: "O hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun. Biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, duvarları onları kuşatmıştır. Eğer su isterlerse yüzleri haşlayan erimiş maden gibi su ile yardım edilirler. O, ne kötü içecek ve ne kötü bir sığınaktır.
إِنَّ الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجْرَ مَنْ أَحْسَنَ عَمَلًا
“Şüphesiz iman edip ameli salih işleyenlerin güzel amelinin mükâfatını biz zayi etmeyiz.
أُولَئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَابًا خُضْرًا مِنْ سُنْدُسٍ وَإِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ نِعْمَ الثَّوَابُ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقًا
“İşte onlar için altından ırmaklar akan adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle süslenirler. Koltuklara dayanmış olarak ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyerler. Ne güzel bir karşılık ve ne güzel bir sığınaktır.” (Kehf süresi ayet 18/29-31)
Dileyenin iman etme, dileyenin kafir olma özgürlüğü var ama o Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, rahmetinden cehennemi, bizim anlayacağımız ifadelerle anlatıyor ve sakın ha o tarafa gitmeyin, canınızı cehennem atmayın diye cehennemi ve gitmemiz gereken cenneti tasvir ediyor ama diğer ayetler ve Hadislerde “Gözlerin görmediği, gönüllerin hayal edemediği güzelliklerin olduğunu haber verir ve iyiyi, güzeli, faydalıyı seçmemizi ister.
Sevgili peygamberimiz de:
عَنْ عَلِيٍّ
عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ لَا طَاعَةَ لِمَخْلُوقٍ فِي مَعْصِيَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ
“Allaha ısyan olan yerde ısyanı emreden yaratığa itaat olunmaz” buyurmuş. (Ahmet, Müsned, Ali’nin hadisleri, İbn-i Mace, Sünen, K. Cihad, hadis no 2864, 2865)
Hazreti Ebubekir (r.a.) Emir seçildiği anda, yaptığı konuşma, dinleyenlerin aktarımı esansında farklılık gösterse de özetle şöyle:
ثمَّ تكلم أَبُو بكر فَحَمدَ الله وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثمَّ قَالَ أما بعد أَيهَا النَّاس فَإِنِّي قد وليت عَلَيْكُم وَلست بِخَيْرِكُمْ فَإِن أَحْسَنت فَأَعِينُونِي وَإِن أَسَأْت فقوموني الصدْق أَمَانَة وَالْكذب خِيَانَة والضعيف فِيكُم قوي عِنْدِي حَتَّى آخذ لَهُ حَقه وَالْقَوِي مِنْكُم ضَعِيف عِنْدِي حَتَّى آخذ مِنْهُ الْحق أَطِيعُونِي مَا أَطَعْت الله وَرَسُوله فَإِذا عصيت الله وَرَسُوله فَلَا طَاعَة لي عَلَيْكُم قومُوا إِلَى صَلَاتكُمْ يَرْحَمكُمْ الله
“Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza emir seçildim.
Eğer iyi yolda gidersem bana yardım ediniz.
Eğer eğrilirsem, beni doğrultunuz.
Doğruluk, emanettir
Yalan ise hıyanettir.
Zayıfın hakkını alıncaya kadar benim yanımda en kuvvetli o zayıftır.
Haksızdan hak alınıncaya kadar benin yanımda en o zayıftır zayıftır.
Ben, Allah’a ve rasülüne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz.
Ben, Allah ve rasülüne ısyan ettiğim anda, bana itaat etmeyiniz.
Namazınızı dosdoğru kılınız, Allah size rahmet etsin.” (Ma’mer bin raşid, Bab La taate fi ma’sıyet, hadis no 1311, Abdürrazzak, Musannef, bab La taate fi ma’sıyet, Hadis no 20702)
Bir de bu seçilenlerin ettiği yeminini okuyunuz ve hangisi daha özgürlükçü olduğunu görünüz.